Merhabalar,
Dolar yükseldi, kâğıt fiyatları uçtu, üzerine bir de yaz gelince yeni kitapların yayımlanma aralığı da biraz seyrelde. Neyse yine de bulduk sizleri haberdar etmemiz gereken birkaç kitap.
Türkiye’nin en büyük kitabevi açıldı, Hasan Ali Toptaş kitapları yeniden yayımlanmaya başladı. Bu açıdan hareketli bir haftaydı bile diyebiliriz.
Bu hafta konuğumuz Ece Erdoğuş Levi, Caner Almaz’ın sorularını yanıtladı. Bir yazarın gözünden iki yazarlı bir ev ortamına bir bakıp çıkacağız.
Hasan Hayyam Meriç, Lıkırdılar’ın dördüncü yazısını yazdı. Kahramanın Lineer Yolculuğu’na buyrun.
Rebeca Solnit’in yeni kitabı yayımlanmış, ay hadi bir an önce Türkçe’ye çevrilsin diye bekliyoruz.
Buyrun bültene.
1 KONUK 5 SORU
Mario Bey’le beraber Moda’daki evinizde bir edebiyat masası kuruyorsunuz ve yaşayan ya da aramızdan ayrılan yazarlardan beşini davet edeceksiniz. Kimleri çağırırdınız, neden? O masada neler konuşulurdu?
İlk aklıma gelen Tezer Özlü oldu. Virginia Woolf, Duygu Asena, Sylvia Plath ve Nilgün Marmara… Ne takım ama… Muhteşem olurdu! Konuşulacaklar malum, onlara bugün yaşananları anlatırdım, kadınların yaşadıklarını, 2023 yılında hâlâ yaşamak zorunda bırakıldıklarını… Bu konuya bir de bugünden baksalar ne yorumlar yaparlardı kim bilir…
Bir yazar ailesi olmanın keyifli ve sıkıntılı yanlarından bahsetseniz neler anlatırsınız?
Keyifli yanı, yazmanın ve okumanın birbirimiz için ne ifade ettiğini bilmemiz. Bu kilit nokta bence. Mario saatlerce odasından çıkmaz bazen, çünkü yazıyordur… Ben bunu hiç garipsemem. Yazın sabahın erken saatlerinde deniz kenarında hep gittiğimiz bir plaj var mesela. Ben denize girerim, sonra yazının başına otururum. Yemek, e-mailleşmeler, telefonlaşmalar ve küçük aralar dışında neredeyse akşama kadar çalışırım. Tatil bu demek benim için. Bu da ona normal gelir. Bu durum sabah 9 akşam 6 çalışma mantığına tamamen ters. Çünkü bu benim işim değil, hayatım. Ben böyle yaşamayı tercih ediyorum. Mesela bir kafede üç beş saat oturup çene çalmak benim için korkunç bir zaman kaybı. Çünkü yazacağım, okuyacağım, düzelteceğim, çizeceğim öyle çok şey var ki. En keyifli yanı da bu bence. Sıkıntılı yanı, kalabalıktan çabuk sıkılmak. Biraz asosyal bir yaşam oluyor galiba. Ama bu hayat böyle bir hayat. Neyse ki oturduğumuz yerde dışarı çıktığım an bu duyguyu kısa sürede bertaraf edebiliyorum.
Masal size geldi ve, “Anne, ben yazar olmak istiyorum, ne yapmamam gerekiyor,” diye sordu. Ne cevap verirsiniz?
İlham perilerini beklememelisin. Yazmak istiyorsan okumayı hafife almamalısın. Hiçbir bilgiye “bu benim ne işime yarayacak” diye bakmamalısın. Okumaktan zevk almayacağın bir kitabı yazmamalısın. Bu işi bir prestij ya da şan şöhret meselesi olarak görmemelisin. Çünkü günün sonunda “yazmak” senin için bir var olma meselesi de olacak.
Yazdığınız metinlerin gerçek dünyada tıpatıp gerçekleştiğini fark etseniz ve böyle bir sihirli yeteneğiniz olduğunu görseniz, neleri yazarak düzeltmek isterdiniz?
Son romanım Şehrazat’ın Son Sözleri’nde bir kahramanım eski kocasından şikâyetçi olduğunda onlarca kez, “Ölmek istemiyorum,” diye haykırıyor. Tabii biz bunu o öldürüldükten sonra öğreniyoruz. Henüz dün birebir bu hikâyenin haberini izledim. Neyse ki o ölmemişti ama korunamadığını, yarın öbür gün bunun olabileceğini ağlayarak anlatıyordu. Bu öyle büyük bir mesele, öyle büyük bir çaresizlik ki… İşte ben de bu romanımdaki kahramanlarımın, tüm kadınların kanunlarla korunabildiğini, kadına şiddet konusunda çok caydırıcı cezalar verildiğini, kız çocuklarının cinsel tacizden korunabildiğini, böyle bir durumda açıkça ve güvenle şikâyette bulunabildiklerini, tüm kız çocuklarının lisenin bitimine kadar eğitim takiplerinin devletçe yapıldığını ve kısıtlı imkânlara sahip tüm kızlar ve kız çocukları için her türlü barınma ve eğitim masraflarının karşılanarak bunun gerçekleştirildiğini yazardım… Kızlarımız ve kadınlarımız için böyle bir eğitim politikası gerçekleştirilirse erkeklerden bağımsız, özgür, çalışan, ayakları üstünde dimdik duran nesillerin yetişeceğini yazmak isterdim.
En son ne izlediniz, ne dinlediniz, ne okudunuz?
Gibi dizisine çok geç kalmışım, o kadar çok beğendim ki… Feyyaz Yiğit’in ve Aziz Kedi’nin ellerine sağlık. Her şey çok dozunda, çok eğlenceli, yeni sezonunu merakla bekliyorum. Son dönemde hem kendi yazdıklarım açısından hem de Gazete Oksijen’e seçki ve röportaj hazırladığım için çocuk ve gençlik kitapları okuyorum. Ayda otuz kırk kitap rahat okuyorum. Şu anda da Desen Yayınları’ndan hem çizgisini hem de hikâyelerini çok beğendiğim Fabien Toulmé’den Büyük Aşk’ı okuyorum. Flor Amargo dinledim, enerjisine hayranım, hikâyesi de etkileyici.
Not: Bu cevaplar 6 Şubat Depremleri öncesinde alınmıştır.
DUVARDAKİ BARDAK
Pencere Yayınları'nın kurucusu Muzaffer Erdoğdu aramızdan ayrıldı.
Türkiye’nin en büyük kitabevi ünvanıyla açılan Penguen Kitabevi İçerenköy’de 24’üncü mağazasını açtı. Bilmeyeniniz yoktur, İthaki Yayınevi ile Penguen Kitabevleri kardeş kuruluşlar. 10 Haziran Cumartesi günü yapılan açılışa, sosyal medya aracılığıyla herkes davet edildi. Halka açık davete yayıncılık sektörü de yoğun ilgi gösterdi. Şaşırdık çünkü, bizimkilerin halkla yan yana durması pek de alışık olduğumuz bir durum değil. Ve fakat biz üşendiğimiz için gitmedik. O esnada kitabevinin tabelalarındaki ünlemlere ilişkin eleştiriler konuşuluyordu sosyal medyada. Biraz onlara kulak kabarttık ve pek tabii haklı bulduk. Çünkü lütfen azıcık sessiz olun. Yolu İçerenköy’den geçenlere kitabevinde saatlerce kaybolacakları günler diliyoruz. Ha bizden duymuş olmayın yakın zamanda da Ankara’da da eski Vakko binası Penguen Kitabevi’ne dönüşüverdi. Her yer kitap, her yer Penguen. :) Tık tık.
Yayıncılar Telif Hakları ve Lisanslama Meslek Birliği-YAYBİR 9’uncu Olağan Genel Kurulu 8 Haziran 2023 tarihinde Barcelo İstanbul Hotel’de gerçekleşti. Birliğin yönetim kurulu üyeliklerine Hakan Tanıttıran, Erdal Karakaya, Mehmet Ali Uçar, M. Sinan Çam, Mustafa Aksoy, Ünal Koçak ve Elif Akkaya seçildi. Tık tık.
Hasan Ali Toptaş meselesi meğerse unutulmuş. Ya da öyle sanılmış olacak ki Parantez Yayınları ile kitaplar yeniden yayımlanmaya başlamış. Şimdi biz bu Parantez Yayınları’nın kimden kime geçtiğini yazarsak başımız belaya girer ama siz üşenmez twitter’da şöyle bir dolanırsanız bulursunuz. Neyse herkesin vebali kendi boynuna diyoruz ne diyelim. Yayınevinden gelen dağıtım e-postasını gören yayıncılarımız bile şaşkınlık ifadelerini ulu orta beyan etmeye çekiniyorlar. Haklılar tabii, sonuçta ekmek parası mühim. Gene de aklımızdan geçen çeşitli nidalar var elbette. Sanatçıyı sanatı bağlar bizi başkası bağlamaz, yazar ne yaparsa yapsın kaybolmaz da denebilir elbette. Ama işin ticari transfermiş gibi görünen boyutu sektörü bir güzel bağlar. Neyse, herkese hayırlı işler şu halde!
Müjdat Gezen Tiyatro Binası satılığa çıkarılmış. Yıllarca yetiştirdiği şimdi maddi manevi güçlü olan öğrencileri umarım mevzuya bir el atarlar. O binada kendileri gibi nicelerini elbirliğiyle yetiştirebilirler hatta isterlerse. Böylece “tiyatro elden gidiyor” diye yakınmalarına da gerek kalmaz. Tık tık.
Panel: 30’uncu Yılında Madımak Katliamı ile Yüzleşmek, 14 Haziran 2023 Hafıza Merkezi. Tık tık.
Yönetmenliğini Serpil Altın’ın üstlendiği “Bir Zamanlar Gelecek: 2121,” Londra Bilimkurgu Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü aldı. Festivalin jürisinde Guillermo del Toro, John Landis, William Hurt, Benedict Cumberbatch, Michel Gondry, Joe Dante ve Warwick Davi bulunuyordu. Vay ecdadını sayın seyirciler, çok iyi haber değil mi bu? Tık tık.
Hafıza Merkezi’nin yürüttüğü Hafıza ve Gençlik projesi Ocak ayı sonunda tamamlandı. Katılımcıların gruplar halinde yürüttüğü hafıza projelerinden biri de Öldürülmeselerdi Arkadaşlarımız Olacaklardı başlıklı e-kitap yayınlandı. Tık tık.
Haberlerdeki Üniversite 2022 Raporu’nun ikinci bölümü Haberlerde Hedef Gösterme – ‘Teröristler başlığıyla yayınlandı. Tık tık.
“İyi Kitap” Dergisi 156’ncı sayısı ile yayın hayatına son veriyor. Tık tık.
Institut Français Türkiye, 10 Haziran 1923’te vefat eden Fransız yazar Pierre Loti’nin 100’üncü ölüm yıldönümü vesilesiyle, efsanevi yazarı anmak üzere İstanbul’u onun izini sürerek gezme olanağı sunan bir mobil uygulama geliştirdi. Tık tık.
DUMANI ÜSTÜNDE
Düz Dünyacılar - Sezgin Kaymaz - İletişim Yayınları
Geçen hafta konuğumuz olmuştu Sezgin Kaymaz, Düz Dünyacılar’dan bahsetmiştik ama kaçıran olmuşsa diye yine söylüyoruz Düz Dünyacılar artık raflarda.
“Üç köpeğin, arafta bir merhumun, bir düz dünyacı meleğin, bir de apartman sakinlerinin hikâyesi bu.”
Esnaf Lokantası - Murat Şahin - İthaki Yayınları
Bu haftaki ilk duman yine bir öykü kitabından çıktı. Kitabı anlatmaya çalışırken arka kapak yazısını kullanmaktan vazgeçtik. 1000 kitap sitesindeki Nilozof isimli okurun yorumu daha münasip olacak.
“Kısa hikâyelerin olduğu, bir solukta okunan kitaplardan. Çocukluğuma gitmeme sebep olan bazı hikâyeleri ile kitabı sıkılmadan okudum. Sokakta oynayan dönemin çocukları, yazlık sinemalar, topla cam kırmak, bisiklet hayali ile para biriktirmek ya da biriktirmeye çalışmak gibi birçok nokta bir dönem çocuklarının ortak yönleri. Nostaljik esintileri güzel ve dozundaydı.”
Yeri gelmişken, edebiyatımızın bitmek tükenmek bilmeyen sorunlarından biri de arka kapak yazıları değil mi sizce de?…
İmparatora Veda - Aziz Gökdemir - İthaki Yayınları
Nihayet bir roman… Hem de hayli iddialı. Edebiyatımızın çalışkan ve heyecan verici figürlerinden Aziz Gökdemir’in son kitabı.
Aziz Gökdemir, Muradlar’ın tarihini, son hünkârın doğumundan ölümüne dek sene sene mercek altına alıyor İmparatora Veda’da. Masum bir çocuğun diktatöre dönüşümünü, gücün insanı nasıl zehirlediğini, yalnızca görüntüde modernleşebilmiş bir halkın üzerinden resmediyor. Değişimin kodlarını, yedek şehzadelerin hapsedildiği kafeslere, mezarlıklara, bilinmeyen bir alfabeye gizliyor.
Adıyla, kapağıyla, konusuyla ve yazarıyla haftanın en sıcak gelişmesi :).
Tehlikeli Şarkılar: Başkomiser Perihan Uygur 3 - Tuna Kiremitçi - Doğan Kitap
Bir süredir dillendiremediğimiz büyük bir huzursuzluğun pençesindeydik. Yazar, müzisyen, aşk ve fikir insanı, otör, köşeci ve kozmonot Tuna Kiremitçi’den deprem fotosu altına yazdığı ve kadın erkek demeden hepimizin g noktasına dokunan o müthiş işinden beri haber alamıyorduk. Huzursuzluğumuz bitti çünkü roman geldi.
Kardeşim, bu ağaçlar sana ne etti…
Saf Mutluluk - Joseph Campbell - Doğan Kitap
Bizim Hayyam’ın Lıkırdılar’da haftalardır didiştiği Campbell ağabeyin kitabını görünce içimiz bir hoş oldu. Gamze Bulut çevirmiş kitabı.
“Mitolojinin temel işlevi insanın hayat yolculuğunda mutluluğa erişmesine yardımcı olmaktır. Campbell, Saf Mutluluk kitabında mitolojinin bu kişisel, psikolojik yanını inceliyor ve bireyin nasıl bir dönüşüm yaşayarak gelişebileceğinin ipuçlarını veriyor” diyor arka kapak.
Mitler ve psikoloji bu anlamda ne kadar bağlıdır birbirine biz bilemeyiz ama sanırız ki Joseph Bey kitabının Kişisel Gelişim kategorisine etiketlendiğini görseydi trajedilerin anlamını tekrar düşünürdü.
Romanın Kaygısı - Orhan Koçak - Metis Yayınları
“Son yirmi yıl içinde çıkan ve beni etkileyen bazı romanlar ve öykü toplamları üzerine yazmaya başlamıştım, bunları belli bir tema üzerinden birbirine bağlamayı aklımdan geçirmeden. Ama yazdıkça hep belli bir soruna doğru çekildiğimi hissettim. Sonra bu sorun dikkatime el koymaya başladı ve artık başka kitapları da bu gözle okur oldum. Bu kitapların ortak noktası belirli bir kaygıydı, bazen alttan alta sürüp giden bazen de görünür bir “telaş” veya “mecburiyet hissi” biçiminde romancıyı / öykücüyü yakalayan bir sıkıntı: romancıdan çok önce oraya varıp da onu orada çoktan şekillenmiş (denebilirse “paketlenmiş”) olarak bekleyen bir konuyla uğraşma ihtiyacı, zorunluluğu, zorlanması”. — Orhan Koçak
İçki içmenin, manyak gibi alkol tüketmekmiş gibi anlaşıldığı ve damgalandığı güzide dilimiz ve memleketimizde zaten içebilen ve bu konuyu konuşabilen üç beş insan kaldı. Rakının edebiyatından usandık malumunuz, ama hadi biraz da geçmişine bakalım diyorsanız buyrun kitaba.
“İslâm’la yönetilen bir ülkede alkolün hiçbir şekilde yerinin olmayacağına dair genel kanıyı çürütecek biçimde Osmanlı İmparatorluğu’nda alkolün izini sürüyor. François Georgeon, imparatorluğun farklı yerlerinde alkol üretimini, ulemanın alkole olan tepkisini, Müslümanlar ve gayrimüslimlere verilen farklı serbestileri ve getirilen farklı yasakları, ‘Müslümanlar arasındaki kural ihlali’nin tarihini mercek altına alıyor.”
Valla biz de Ketebe’ye çok düşkün değiliz ama her hafta ilgimizi çekecek bir kitap yayımlıyorlar. Ah keşke bir de basınla ilişkiler tarafından biriyle bir tanışsak da, bize de arada ilgimizi çeken kitapları göndermelerini sağlasak. Çünkü maşallahı var kitap fiyatlarının.
“Ahmed el-Shamsy, Arap-İslâmi eser geleneğinin dönüşümü ve bu dönüşümün aktörlerine odaklanıyor. Avrupalı oryantalist koleksiyonerlerden Arap muhakkiklere, el yazması eserlerden matbu eserlere, devlet matbaalarından özel matbaalara, gelenekçilerden reformistlere Arap matbaa endüstrisi ve yayıncılığının doğuşu ve gelişimine bütüncül bir bakış getiriyor.”
Adaleti Beklerken - Deprem, Siyaset, Kent - Tayfun Kahraman - Çavdar Yayınları
“Gezi davasında hakkında 18 yıl hapis cezası verilen ve Silivri Cezaevi’nde tutsak edilen Şehir Plancı, Akademisyen Dr. Tayfun Kahraman’ın Adaleti Beklerken: Deprem, Siyaset, Kent kitabı, Çavdar yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kahraman’ın Silivri Cezaevi’nde kaleme aldığı yazılardan oluşan Adaleti Beklerken, şubat ayında yakıcı şekilde yüzleştiğimiz deprem gerçeğine bir kez daha bilimsel şekilde yaklaşıyor. İstanbul’dan Kahramanmaraş’a bakarken siyaset ve rant ilişkisine de ışık tutan Kahraman kentlerin toplumun geniş kesimlerinin yararına ve doğayla barışık olacak biçimde yeniden inşası için bilimsel çözüm önerileri getiriyor.”
(Yayınevinin Ayşe-Hatice-Adalet Çavdar’la bir alakası yok ama bu vesileyle Tayfun Abi’ye duyduğumuz özlemi ve bir an önce özgürlüğüne kavuşma dileğimizi tekrarlamak isteriz.)
KONU KOMŞU
Kültür Meclisi’nden Bakan Ersoy’un 5 yıllık karnesi.
Aslı Güneş yazdı, Mişima: Faşizmin homoerotik estetiği
Sevengül Sönmez yazdı, İtalik Öneriler - 6: Editörler nasıl düşünür?
Halil Yörükoğlu’nun Kırmızı Işık Günlükleri’ne hiç baktınız mı, bakmadıysanız buyrun.
Ahmet Birsen’in röportajı, Travmalar, yalnızlıklar, mutluluk ve umut üzerine: Elif Okan Gezmiş’le söyleşi.
Adalet yazdı, Küçük Kara Balık ve İnsanları bölen kibir, birleştiren tevazudur
Cana Bostan yazdı, Grizunun kokusunu almak: Tarihsel hakikatin maden galerileri.
Gündüz Vassaf yazdı, İnsanlık tarihinde bir ufuk turu, türümüzün masalları.
Behçet Çelik yazdı, Dag Solstad’ın Türkçedeki altı romanı üzerine: Yaşadığı çağın cazibesine kapılanlar.
Yenal Bilgici yazdı, Dil öğrenirken aslında ne öğreniriz?
Burcu Aktaş yazdı, Taleplerin işlemediği yer: Melankoli ve düş kırıklığı içindeyken Anna Kavan’ı hatırlamamak imkânsız.
GEYİK EDEBİYATI
Rebeca Solnit’ten yeni kitap gelmiş, Cinderella Liberator… Hangi yayınevi haklarını aldıysa vallahi elini çabuk tutsun, merakla bekliyoruz.
The Marginalian’da kitap hakkında bir yazı yayımlanmış. Kitabın içinden de üç paragraflık bir bölüm koymuşlar. Biz de bir paragrafı DeepL ile çevirip azıcık üzerinde oynayarak buraya koyduk.
“Ama aslında dünyanın en güzel insanı diye bir şey yok, çünkü güzelliğin pek çok çeşidi var. Bazı insanlar yuvarlaklığı ve yumuşaklığı sever, diğerleri ise keskin kenarları ve güçlü kasları. Kimileri aslan yelesi gibi gür saçları sever, kimileri de mürekkepli bir şelale gibi dökülen ince saçları... Hatta bazen insan birini o kadar çok sever ki, neye benzediğini unutur. Bazı insanlar hayal edilebilecek en güzel şeyin gece yarısı yıldızlarla dolu gökyüzü olduğunu düşünür, bazıları karlar içindeki bir orman olduğunu ve bazıları da... Güzellik hakkında pek çok fikri olan pek çok insan vardır. Ve aşk. Birini çok sevdiğinizde, o size mücessem aşk gibi görünür.”
BONUS OKUMALIK
Fransız sosyolog Alain Touraine 97 yaşında hayata veda etti.
ALAIN TOURAINE İLE KADINLARIN DÜNYASI ÜZERİNE
Yeni çağın öznesi kadınlar
Söyleşi: Aslı Öcal / 10 Haziran 2023
“Demokrasi Nedir, Birlikte Yaşayabilecek miyiz?, Modernliğin Eleştirisi gibi kitapları Türkçe’de de yayınlanan sosyolog Alain Touraine, 9 Haziran 2023’te, 97 yaşında hayata veda etti. Hayatı boyunca toplumsal dinamiklerin gerçekçi bir analizinin, özgür ve eşit bir toplumun kalıcı ihtimallerinin peşindeydi. Touraine ile “Kadınların Dünyası” kitabı henüz yayınlandığında, 2006’da söyleşmiştik. Anısına saygıyla, Express’ten naklen…”
Kendine/içine dönme tanımını yaratan aktörler kadınlardır. Kadınlar, uzun süre boyun eğmek zorunda kaldıkları ve öznellikten yoksun bırakıldıkları için, “ben” diyen ve dünyanın dağılmış parçalarını yeniden dikmek isteyen kişiler! Hepsi bunu en basit şekilde dile getirdi. Erkeklere göre yine de biraz üstün olduklannı söylediler. Peki neden üstünler? “Çünkü aynı anda birden fazla şey yapabiliyoruz” dediler. Bu, sürekli yinelenen bir cevaptı. Hem özel hayatı hem de kamusal hayatı kapsayan bir cevap. Karşı çıkmayı değil de, kavramları bir araya getirmeyi, örneğin bedenle ruhu, doğayla kültürü, erkeklerle kadınları bir araya getirmeyi öneriyorlar; yani sosyolojik düşünce de dahil olmak üzere, klasik düşüncenin dayandığı tüm karşıtlıkları ya da ikilikleri… Bu iki kutuplu düşünceyi, karşıt anlamlı iki bileşenden oluşmuş bir düşünceyle ikame edebiliyorlar. İki şeyi aynı anda yapmak istediklerinde bir nevi “karşıtlar birliği” kurmuş oluyorlar. “Her iki şeyi de mükemmel bir şekilde yapamayacağımı, dolayısıyla, ne kadar aciz bir durumda olduğumu biliyorum, ama iki şeyi aynı anda yapmaktan başka çözüm yok” diyorlar. Bunu söylerken, toplum hakkında şu âna kadar edindiğimiz düşünceyi, imajı ifade ediyorlar. O da, erkeklerin parayı ve iktidarı ellerinde tutmaları.