Hasan Hayyam Meriç - Lıkırdılar 4 - Kahramanın Lineer Yolculuğu
En Hababam sınıflarda hep biz okuduk. Hiç kovulmadık bir işten mesela, hep istifa ettik. Kalbi en kırık aşkları hep biz yaşadık. Windsorlar bok yemiş, en cool düğünlerde evlenenler bizleriz.
Hayaller, Hikayeler ve Gerçekler
IV. Kısım – Kahramanın Lineer Yolculuğu
15,702. Gün
Hikayeleri okuduk. Bize uzatılan o baldıran zehri dolu kadehleri kana kana içtik. Gerçeklerimizi ardımızda bıraktık. Hayallerimizi gerçek eyleyip, kozmik gayemizin bize vaad ettiği kahramanca işlerimizin namı ve şanı için yola çıktık. Elimizden geleni yapıyoruz. Instagram’a gün aşırı ‘story’ koyup, bizi o efsanevi aşkımıza ulaştıracak kokuları almak için para biriktiriyoruz. Yaşadığımız her duyguya kaderimizin o bütünlüklü resmi içinde bir yer bulmak için o duygulara uygun spotify listeleri yapıyoruz. Yüksek lezzetimizin ve seçkin gustoluğumuzun alameti farikaları, itiraz kabul etmez kati kanıtları niyetine yediğimiz her yemeğin, oturduğumuz her sofranın resmini çekiyoruz.
Çünkü…
En Hababam sınıflarda hep biz okuduk. Hiç kovulmadık bir işten mesela, hep istifa ettik. Kalbi en kırık aşkları hep biz yaşadık. Windsorlar bok yemiş, en cool düğünlerde evlenenler bizleriz. Şehrin, kasabanın, köyün yarısını kumar masalarında kaybeden o müsrif dayılar ya da amcalar neslinin efradıyız. Anlatsak roman olur, çünkü…
Biriciğiz.
Bir taneyiz.
Özeliz.
Çünkü, Joseph Campbell bin yüzlü/maskeli kahramanı bize takdim ettiğinden beri hepimiz, kahramanız. Garibim şimdi mevzu niye bana geldi diye bir hoplamıştır mezarında. Bazen yükseliyorum böyle işte. Şu yazının şehveti dedikleri şey herhalde. Tabi ki bütün bu berhevâ kahramanlığımızın asli müsebbibi kendisi değil ama kelamın büyüsü sebebiyle belki de, hikayelerin güya o ‘tek’yapısını ‘Evreka’ çığlıklarıyla bulduğunu iddia ettiğinden beri, bütün hikayeler kendi gerçekliğimizi yakıp eriten birer baldıran zehiri.
O yüzden, lıkırdılarımın bu kısmı bir deneme, mütevazı bir çaba, bir karşı büyü gayreti. Bu kahraman dediğimizin yolunu bir başka şekilde anlatabilir miydik acabası.
Kahramanın Lineer Macerası
Günümüzde herkes kahramanca maceralar yaşama arzusu ve baskısı içinde olsa da, durum her zaman böyle değildi. Aslında, uzun bir süre boyunca kahramanın yolculuğu sadece ayrıcalıklı bir azınlığa ayrılmıştı. Eski gerçek hikayelere kadar geri gidersek, macera yalnızca seçilmiş mitolojik figürler, önceki lıkırdılarımda sayıkladığım, kozmik gaye ile donatılmış ilkel kahramanlar tarafından deneyimlendi. Peki kimdi bu ilkel kahramanlar?
Kısaca tabir etmem gerekirse, Zeus’un piçleri... Hatta çoğu zaman bu kahramanlar doğrudan tanrıların kendileri tarafından yaratılır, yarı insan yarı tanrı olur ve hayatlarını sadece kahramanlık peşinde koşmak için yaşarlardı. Her ne kadar hikayelerini şu ahir zamanlarda anlatırken bu kahramanlara daha fazla insani dramatiklik katma eğiliminde olsak da, o zamanların okurunun/dinleyicisinin kahramanla özdeşleşme gibi bir ihtiyaca sahip olmadığını iddia edebilirim. Biz, yani o vakitlerin masum köylüleri, cesaret ve güç gibi bazı erdemlere sahip olabilirlerdi, ancak örtük veya açık bir insanüstü doğaya ve neredeyse yalnızca canavarları öldürmekle ilgilenen oldukça dar bir kahramanlık icrası dikkate alındığında, kahramanların maceraları ile bizimkiler arasında çok daha net bir ayrım vardı. Hatta ilkel kahramanın özellikle sadece macera dolu hikayelerde var olmaya yazgılı olduğu bile söylenebilir. Sıradan dünyamızda, varlıkları garip ve tuhaf olurdu ve muhtemelen ilişkilendirilemez doğaları nedeniyle onlara güvenilmezdi.
Ortaçağ'a doğru ilerlediğimizde benim naçizane şanson kahraman diye tabir etmek istediğim şövalye romantizminin yükselişine ve şövalyeler hakkında hikayelere tanık oluyoruz;
İlkel kahraman gibi, şanson kahraman da bilinmeyen bir dünyaya girerek orada gizlenen tehlikelerle yüzleşti. Ancak ilkel kahramanın aksine, şanson için bu maceralar bir kader değildi. Tam tersine, çoğu zaman şövalyelik erdemlerini sergileme fırsatı buldukları, kendi seçimleriyle atıldıkları yolculuklardı. Aynı zamanda da işleri bittiğinde, dönecekleri sıradan bir dünyaları vardı. Bununla birlikte, şövalyelik, seçilmiş bireylerden oluşan ayrıcalıklı bir grup oldukları için, bu kahramanlar ile onların hikayelerinden zevk alan insanların çoğu arasında hala oldukça belirgin bir ayrım vardı. Fakat geç ortaçağda yaşanan pis bir gelişme yeni bir macera şeklinin ve dolayısıyla da kahramanın ortaya çıkmasına vesile oldu.
Bu yeni kahramanı kolonyal diyerek yüceltmek istemem. Münasip terim bence Sömürgen Kapitalist Kahramandır. Sömürgen kahramanlarımız genellikle tüccardı ve yeni ticaret yolları kurmak, koloniler kurmak ve egzotik servetleri eve getirmek için dünyanın dört bir yanına yelken açıyorlardı. İlkel kahramanların ve şövalyelerin aksine, bu maceracılar yeni dünyalara ejderhalar ve diğer canavarlarla savaşmak için değil, orayı ‘medenileştirmek’ için gittiler. Kendi dünyalarını keşfedilmemiş bölgelere doğru genişletmek ve kaynaklarını sömürmek için. Bu nedenle, kahramanca macera aynı zamanda maddi kazançla da güçlü bir şekilde ilişkilendirilir hale geldi. Bu maceralar hala çoğunlukla daha varlıklı bireyler için ayrılmış olsa da, hikayelerinin temelindeki, girişimci diyemiyorum, girenkeş ruh halk arasında daha geniş yankı uyandırdı. Her ne kadar odak noktası yeni dünyaları fethetmekten yeni pazarları fethetmeye kaymış olsa da, girenkeşlerin macera dolu öyküleri bugün her zamankinden daha popüler. Artık Cortezler gibi doğrudan soykırıma girişmek yerine, Jobslar Zuckerbergler gibi çocuk işçi emeğinin yıldızı olan bu kahramanlar, biricikliğimizin hakkı olan hayali servetlerimizin de en büyük ilham/reklam pezevengleri.
Sömürgenlerin piyasaya çıkması 16. yüzyılda bir başka kahramanın doğmasını kaçınılmaz kıldı. Bu tipe literatürde pikaresk deniliyor. Terim İspanyolca kökenli ‘Picaro’ deyiminden türeme. Toplumun aşağı tabakasından olan parasız, serseri ve gezgin kişilerin başlarından geçen olayların anlatıldığı maceralar bunlar. Kısacası ‘Dünyayı yakarsa garipler yakar.’daki Babasözümüzde değinilen Garip Kahraman.
Önceki maceraların dışlayıcılığının aksine, bu öykülerde kahraman ilk kez herhangi biri olabiliyordu. Aslında, pikaresk öykülerde kahraman tipik olarak alt sosyal sınıftan biriydi, genellikle toplumlarının kurallarına ve kurumlarına meydan okuyan biriydi. Devirlerden yol haydutlarının, eşkiyaların, celalilerin ve korsanların zamanıydı. Davranışları suç sınırında olsa da yine de sempatik olarak çerçeveleniyordu. Günümüzdeki bütün soygun filmlerinin karizmatik suçluları aslında bu sebeple Garip’tir.
Bizi bugün bulunduğumuz noktaya getiren son bir gelişme daha var. Pikaresk öykülerde macera teknik olarak herkese açık olsa da, yine de atılmak zorunda olduğunuz bir şeydi. Macera hala kahraman adayının iradesi ve karakteri tarafından yönlendiriliyor ve yansıtılıyordu. Bu durum 18. yüzyıla gelindiğinde, macera içeren ancak bu noktaya kadar gördüğümüz gibi gerçek maceracıların olmadığı hikayelerle değişti.
Sanırım bu yeni kahramana Sıradan Kahraman dememiz gerekiyor. Bu akımın en etkili öykülerinden biri, Robinson Crusoe'dur. Crusoe, doğası gereği maceracı olmaması bakımından diğer kahramanlardan farklıydı. Tehlike ve heyecan aramak yerine, konfor ve güvenliği arzuluyor ve etrafındaki sıradan dünyayı yeniden inşa etmeye çalışıyordu. Bu nedenle maceranın ana odağı dışarıya değil, içeriye, Crusoe'nun kendi karakterine yönelikti. Bu gibi hikayeler yüzünden macera artık açık bir yolculuk değil, daha çok bir deneyimdi. Herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda herkesin başına gelebilecek bir deneyim. Kahramanın içine girdiği bilinmeyen dünya artık fiziksel bir mekan olmak zorunda değil, aynı zamanda kahramanın kendi zihni de olabilir. Bu ‘deneyim’ kelimesi ile de beraber bütün hayaller ve gerçekler arasındaki duvar yıkıldı ve hepimizi, kendimizi biricik zannettiğimiz bir toplu delirmenin kucağına atacak olan psikolojik hikayelerin yolu açıldı.
Kahramanın Lineer Yolculuğun’da vardığımız son durak burası; Psikopat Kahraman. Psikopat maceranın öyküleri, kahramanın içsel yolculuğuna odaklanan, kahramanın kendi karakteri, duyguları ve motivasyonları tarafından yönlendirilen, hepimizin sahip olduğu ve hepimizin ilişkilendirebileceği özellikler tarafından yönlendirilen hikayelerdir. Böylece Baldıran Zehiri tam etkisini göstermiş ve varlığımız macera için bir kaynak haline gelmiştir. Elbette bunun çok kaba ve basitleştirilmiş bir tarihsel bakış olduğunu unutmamamız lazım, özellikle de benim.
Asıl derdim, maceraların, uzaktan izlediğimiz, ilişkilendirilemez mitolojik kahramanlara özgü olmasından, doğrudan ilişkilendirilebilir ve herkese açık olmasına yönelik çok genel bir eğilimi sergilemekti, çünkü belirttiğim gibi bugün kendimizi bulduğumuz yer hemen hemen burası.
Artık yaptığımız, deneyimlediğimiz ve hissettiğimiz her şey macera olarak görüldüğüne, bir hikayeye layık görüldüğüne göre, herkes kahraman olabilir ve yolculuğuna çıkabilir. Böylece de hayatlarımız, hayallerimizdeki ‘o’ macera olabilir… mi?
Haftaya…
Hasan Hayyam Meriç