Evet, yine bir editörlük çilesi. Evet, bu konudaki şikâyetlerimi dile getirmekten asla vazgeçmeyeceğim. Evet, hem söylenir hem çalışırım, bu benim en büyük zevkim.
Fakat bu kez editörlüğün ya da piyasanın günahı yok. BU KEZ AMA. Şu hani aslında hep korunması gereken ama pandemiyle -neyse ki- hayatımıza giren mesafeden bahsetmek istiyorum.
Malum, editörlük öyle ilk söylendiğinde, hele ki belli kesim ve jenerasyon dışında, pek de anlam ifade etmeyen bir meslek. Meslek dediğime bakmayın, resmi meslek zımbırtılarında yer almıyoruz. (Sesimi duyan Altılı Masa’yı dehşetle izliyorum, fonda “Bir daha gel gel Samsun’dan” çalıyor.) Düzleşen boynumuz, çıkan belimiz, körleşen gözlerimiz için falan meslek hastalıkları hastanesine gidemiyoruz misal. O nedenle insanların kafasında her zaman bir fikir oluşmuyor. Hatta annem hâlâ, “Kitap mitap bi şeyler ediyo amaan, ne bilem,” der biri işimi gücümü sorunca. Mütemadiyen çalışma halinde olmama bari neyse ki alışmış olacak ki telefonu hep, “Ders mi çalışıyodun,” diye açar. Sonuçta kitap, kalem, defter var önümde. Ona alışkın kadın, n’apsın.
Mesela bir keresinde arkadaşımı görmeye ofisine gitmiştim. Bir arkadaşıyla denk geldik, sohbet güzel, herkes keyifli. Çıkarken, madem aynı yöne gidiyoruz, birlikte yürüyelim diye sohbete devam ettik. Yolda bana, “Yani şimdi nasıl editör? Napıyosun mesela?” dedi. Akranım, okumuş etmiş çocuk. Dedim no rencide, no kibir Mermiş. Herkes bilmek zorunda mı? Anlat çocuğa güzelce. Kitabın yazarın/çevirmenin elinden geçtikten sonraki yolculuğunu tane tane anlattım. “Aa, ben de editör sayılırım o zaman,” dedi. Tekstilci arkadaş. Gömleklerin raflara ulaşana kadarki yolculuğunu anlattı. Her bir yerini kontrol ediyor, hata varsa gideriyormuş. Gömlek editörü yani. Eh, o da haklı bir yerde. Umarım koşulları bizimkinden iyidir.
Ama asıl anlatmak istediğim bu değil. Şimdi zaten editörsün - koca bir boşluk, soyut bir kavram. Bir de freelance’sen, eyvahko, eğlence başlasın!
İnsanların mütemadiyen, “Aaaiiiyy ne güzel, hep kitap okuyosun yaanee, keşke benim de böyle işim olsa,” dediği bir dünyada bir de evden çalışmak mı? İşte bu yürek yemektir! Umarım çelik gibi sinirleriniz vardır yoksa psikoloğumun adını verebilirim.
Sanki bal börek hayatlarımız varmış gibi bir de evden çalışmanın getirdiği sıkıntılar eklendi hayatımıza. Yo yo, asla şikâyetçi değilim, evden çıkmamak müthiş bir şey. Hele ki kaotik bir evrene doğru, histerik ve iq’su düşük insanlara laf anlatmak için İstanbul gibi bir yerin ulaşım çilesini çekmek falan; umarım hep geçmişimde kalır. Fakat evden çalışmanın, gözlerde uzay boşluğu yaratan bu gayri resmi meslekte ne kadar zor olduğunu bilemezsiniz. (Evden çalışmanın getirdiği sıkıntılar: Sınır tanımaz insanlar. Öyle sınır tanımayan doktorlar gibi bir şey değil, aman ha, yanlış anlaşılmasın.)
“Kitap okumuyon mu sanki, taş mı taşıyon?” Evet, omzumdaki yükleri bir görebilseniz! Taş taşıyaydım daha iyiydi. İş bitip de eve gidince (evden çalışan insan için, diğer odaya geçincegsfdg) kafada da biterdi iş. Taşı evime/diğer odaya taşıyamam sonuçta değil mi? Oysa bilgisayar sanki günde on beş saat bakışmıyormuşuz gibi hüzünle bakıyor kapamaya her yeltendiğimde.
“Nasıl olsa hep evdesin diye…” İşte bu tam olarak kimseye hiçbir şeyi anlatamadığım nokta. İşim olsun ya da olmasın, zaten herhangi birinin evine çat kapı gidemezsiniz arkadaşlar! Ya da o insan ille de bir plan yapıp, oradan oraya gidip gelerek gününü gün edemez; her çağrınızda bir yerlere gelemez, evde olması her şey için müsait ya da boş olduğu anlamına hiç gelmez. Yapamaz edemez kısmını geçtim, tercihen etmeyebilir de ama o çok üst segment bir dert şurada anlattıklarımın yanındahdhdg. Pandeminin bana öğrettiği bir şey varsa o da insanların evinde vakit geçiremediği, hele kendi kendilerine hiç ama hiç yetemediği. Benim için cennet gibi günlerdi kapanma günleri. Böyle, karşınızdaki insan evde diye, dangıl dungul davranan varsa, istirham ediyorum, şu kişisel alana ve zamana biraz saygı gösterin. Yahu hayat amacımız evde oturup sürekli sizin gelmenizi beklemek, sizin taleplerinize hazır olmak olabilir mi? “Evden” tamam ama “çalışma” yani. İlk kısmı herkes kazıdı zihnine de, be yavrum, gerisi nerede?
“E gelsene, burada da çalışırsın, nasıl olsa evde de bilgisayarla çalışmıyor musun?” Yani… What can I do sometimes gerçekten. Çalışmak böyle bir eylem mi sizin için gerçekten? Benim için hiç değil. Sınıfta tiksindiğiniz o nerd çocuğum ben. Ses duymak -hele ki tekrar eden ses- istemem, birileri pat diye dalsın istemem, Gırgır bile bazen dürtsün istemem. Zaten ben grup çalışmasından bile hoşlanmam ayol. Bu daha işin temel kısmı üstelik. Bir de editör olunca herhangi bir satırın bazen insanı raflar arasında nasıl tükettiğini, o sayfa senin bu sayfa benim kitap kurcalarken evi nasıl talan ettiğini, online ulaşılamayan bazı tuğla tuğla kaynakların nasıl elinin altında olması gerektiği… Ya hepsini bırakalım bir kenara, çalıştığım zaman benimle muhatap olmayacağını, beni rahatsız etmeyeceğini bir ikna yöntemi olarak kullanıyorsun da, birbirimizle muhatap olmayacaksak neden göt izi yapmış sandalyemden, dizi çıkmış picalarımdan, evimdeki gebeş konforumdan, yeri geldi mi ossura geğire çalışmaktan vazgeçmem gerekiyor? KAPLUMBAĞA GİBİ EVİMİ SIRTIMA ALIP NEDEN GELİYORUM ORAYA? Muhatap olacağımız zaman görüşürüz.
Ha bir de, hunharca telefon almak var. Kendimi bildim bileli -bunda Yaprak Dökümü gibi bir aile ortamından gelmemin etkisi büyük, hatta tek neden bu bile olabilir- telefon asla kapanan, sesi kısılan bir şey değildir benim için. Gece bile. (Bu “gece bile” detayını siz mugglelar için veriyorum zira benim için zaten öyle[ydi] ama bunu söylediğimde hep, “Gece bile mi?” dendiği için sanıyorum belirtmem gerek.) Ve, yazık kız bana, her telefona da panikle koşarım. Ya önemliyse, ya bana ihtiyacı varsa, ya acilse… Böyle böyle tüm tahammül sınırlarımı yedim bitirdim. Önemli değil, ihtiyacı yok, acil değil; sohbeti gelmiş, goygoy yapacakmış, bir gıybeti varmış (inanır mısınız, artık bunun bile yeri ve zamanı olduğuna inandım ancak yine de hepsi içinde birini seç deseler bunu seçerim her telefona koşmak içindjghdfg), bir nasılsın demek istemiş… Benim gibi birini bile telefonu gün içinde uçak moduna aldıracak, hadi önemli bir telefon beklediği günlerde masaya ekranı görünmeyecek şekilde ters koyup sessize aldıracak kadar zıvanadan çıkardınız ya, emeği geçenlere bir alkış gerçekten. ALLAHIM NASIL DA GÜZEL OLUYOR BE! Bunu şimdiye kadar neden yapmamışım! “Evden çalışmanın mesaisi yok, her an bir şekilde pc başında olunuyor,” dedik diye yanlış anlaşıldık sanırım. “Mesaisi yok” derken belli bir çalışma saati yok, resmi mesai saati bitti diye ille telefonunuza koşmanız gerekmiyor ya da öğle yemeği saati benim mesai başlangıcı olabilir. Velev ki benim gibi bir denyo eski alışkanlığından kurtulamayıp, halt edip açtı o telefonu, siz ilişkimizin ve aklımızın selameti için “Müsait misin”siz dalmayın çünkü olmayabilirim Allah sizi inandırsın. Hem bizimki de insanlık hali. Nelerle uğraşıyoruz sonuçta, akıl kalmıyor bazı bazı. Kim bilir; belki İngilizceden çevrildiği söylenen metin İngilizcesiyle hiç tutmuyordur, ne bileyim Türkçeye çevrildiği iddia edilen dosya aslında Zıbışçadır ve Zıbışça görünümlü Türkçeye Türkçe çeviri yaptıkça kendinizi Şota’nın tercümanı gibi hissediyorsunuzdur… falan filan. O nedenle telefona çıkmadığımızda, “Neden açmadın, evde değil misin sanki” deme hakkınızı elinizden alıyorum izninizle. Çünkü bahsi geçen o evde(n) çalışıyorumhjggh. Üstelik tam olarak Seda Ablamızın dediği gibi KÖPEKLER GİBİ ÇALIŞIP… Gerisini de getireceğiz işallah be!
Demem o ki, zaten editörsün, bir de evden çalışmak mı? Al sana bu dünyada kabir azabı güzel kardeşim.