Okur Bülteni - 3
Bizim buralarda James Joyce denince aklımıza Fuat Sevimay geliyor. Zira Joyce eserlerini büyük bir sabır ile Türkçeleştiren isim, yazar ve çevirmen Sevimay'ın çocuk ve yetişkin edebiyatında eserler üreten yazarın pek çok ödülü de var. Son öykü kitabı Gör, Bağır Aralık 2021'de İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Gözlerini kaçıran bir yazar değildir Sevimay, aksine bir şey gördüğünde o yöne dik dik bakmayı tercih eder, eserlerinde o bakışını da her daim hissettirir. Bu hafta bizi kırmayıp sorularımızı cevapladı, Joyce alışveriş listesi de sizlerle!
Jamse Joyce'un alışveriş listesinde ne yazardı?
Kasaptan 750 gram böbrek al.
İndirimden Burgonya şarabı bak.
Nora için duman rengi iç çamaşırı. 85C.
Dedalus’a sahafta gördüğün “50 soruda Shakespeare” kılavuzunu al.
Türkiye’deki çevirmen için hazırladığın Finnegan rehberini postaya ver.
Sweeny’den iki kalıp limonlu sabun.
Harriet Shaw Weaver’a bir buket nergis göndermeyi unutma.
James Joyce'la muhabbetiniz ne alemde, hâlâ birbirinizin peşinden koşmaya devam ediyor musunuz?
Arızalı aşıklar gibiyiz. Aşk öfke tutku kıskançlık coşku. Tekmili birden tam gaz devam. Ama Benden'iz James Joyce’u yazmamla biraz durulduk gibi. Bu kıvamda gitsin yeter.
Fuat Sevimay'a bir hikâye nereden nasıl gelir, bir hikâye kurarken neyin peşinden gider?
Çoğu zaman sokakta görüp gerçeğini asla bilmediğim ama kendimce bir şeyler yakıştırdığım olaylar, kişiler, durumlar ile, kendi hayatımdan süzülen meseleleri birbirine harmanlıyorum. O nedenle kaynağın çoğu zaman sokak olduğunu söyleyebilirim. Bana göre edebiyat öyle şık kafelerde veya hoş bir verandada denize bakılarak yapılacak bir iş değil. Dolayısıyla ben çoğunca sokakların, kuytuların, arka mahallelerin, alt katların izini sürüyorum.
Sizce klişeler iyi midir kötü müdür? Edebiyatta klişeler ne işe yarar?
Klişe kötüdür. Ucuza kaçmak dışında hiçbir işe yaramaz. Kof kitapların, filmlerin, oyunların, resimlerin malzemesidir. Dilerim ki bir gün “Klişe kötüdür” sözü klişe haline gelsin.
En son ne izlediniz, ne dinlediniz, ne okudunuz? (Bi tane de klişe sorumuz olsun dedik :)
Of, üstteki cevaptan sonra şimdi susmam gerek. 😊 Yok, söyleyeyim tabii; Moda Sahnesi'nde Yeraltından Notlar’ı izledim. Oyun harikaydı. Moda Sahnesi'ni hem oyun için hem de elektrik faturası konusundaki cesur tavırları nedeniyle ayakta alkışlıyorum. Şu sevimsiz dönemde ihtiyacımız olan tek şey cesaret. Sinemada çok sevdiğim Wes Anderson’un Fransız Postası filmini seyrettim. Yine güzeldi ama biraz kendini tekrar etmeye başlamış gibi geldi. Önceki filmleri çok daha iyiydi. Halihazırda çevirdiğim Aldous Huxley’in Zaman Durmalı romanını okuyorum. Çok çarpıcı. Bir de Bülent Ayyıldız’ın Biraz Evhamlı İshak Bey romanını okuyorum. Çok hoşuma gitti.
GEYİK EDEBİYATI
İntikam için roman bile yazarım 2
Geçen hafta başladığımız gıybet seansına buradan devam ediyoruz. Konusu itibariyle Miras tırnakları birbirine sürtecek cümlelerden kaçınma isteği yaratan bir kitaptı. Ama izninizle “bizim” beyaz saçlı kuzeyli ihtiyar prens Karl Ove’dan bahsederken “gevşeklik” ayarlarıyla biraz oynayacağım. Zira Knausgaard’ın kaşığına bir değil tam iki intikam düşüyor –ki altı ciltlik bir “hayat” için az bile bana sorarsanız. Bu arada yanlış olmasın, özellikle Mevsimler serisini çok ama çok severim. Karl Ove’un (öyle diyeceğim çünkü neden olmasın) o tost yapar, çay karıştırır gibi anlattığı gündelik görünen ama hayatın ta kendisi olan şeyleri yazdığı Kavgam serisinin de ilk kitabını okudum yalnızca -severek okudum. Devamını neden okumadığımı bilmiyorum, sanırım benim için biraz “emekli olunca okuyacağım” serisi oldu (gülmeyin).
Neyse biz intikamlara geçelim. Birincisi ilk eski karısı Tonje Aursland. Adının sıkça geçtiği serinin ilk kitabının ardından hiç sesini çıkartmamış Tonje. Ancak beşinci roman Bahar Yağmurları yayımlanmadan önce Karl Ove Tonje’ye kitabın bir kopyasını göndermiş. Her şeyden önce bir esere müdahale etmek istememiş Tonje. Ama artık kendisine söz hakkı doğduğunu düşünmüş ve henüz beşinci kitap yayımlanmadan eski kocası Karl Ove’un mikrofonun öbür ucunda olacağı bir radyo belgeseli önermiş. Bence bu kitap yazmaktan çok daha efektif bir şey! Tonje bu programda “istemsizce bir karakter olma deneyimi”ni anlatırken Karl Ove’a da sık sık özür dilemek düşmüş. “Korkunç ya da harika bir hikâye olup olmadığına bakılmaksızın, seçimi benim adıma sen yaptın ve ben bununla mücadele ettim,” diyor Tonje yayında. Karl Ove sıklıkla aldığı tepkiler karşısında haksızlığını itiraf etse de bunu yine yapıyor, çünkü amacının iyi olduğunu düşünüyor (birazdan fazla bir narsisizm gibi geliyor kulağa).
Bu arada Karl Ove roman yayımlanmadan önce adının geçtiği herkese bir nüsha yollayarak haber verdiğinin bilgisini de verelim ki hak geçmesin (Ha bu arada itirazlara kulak asmış mı, asmamış. Amcası onu dava etmekle tehdit edince “sen babam değilsin” diye almış karşılığını). Ancak muhtemelen kimse kitabın beş milyon nüfuslu Norveç’ten çıkıp hızla dünyaya yayılacağını kestirememişti. İlk bölüm çıktıktan sonra ailenin çoğu tarafından çoktan aforoz edilmişti. “Yazdığım şeyin bana yakın insanların üzerinde nasıl bir etki bırakabileceği konusunda hiçbir fikrim yoktu,” diye yazıyor Karl Ove Kavgam’da. Oysa hayatınızın bir bölümünün kayda değer bir şekilde detaylandırıldığını bilmek bile yeterli bir sinir bozukluğu sebebi sanırım. Ya da ne bileyim eve gelen misafirlerin ardından eşinizle yaptığınız gıybeti de bir kitaptan okumak istemezsiniz herhalde…
Bir diğeriyse Knausgaard’ın ikinci eşi Linda Boström. İşveççe adı Oktoberbarn - Ekim Çocuğu adlı kitapta çiftin ayrılmaya karar verdiği dönemi kendi bakış açısıyla anlatıyor. Zira Kavgam serisinin yayımlanan son bölümünün ardından bu sefer baskı yeme sırası kendisine gelen Linda Boström sinir krizleri geçirmiş. Norveç gazetelerinden birinde olay şöyle anlatılıyor: Karl Ove romanını yazmayı bitirir ve müsveddesini o zaman hâlâ karısı olan Linda’ya vererek yolculuğa çıkar. Epey endişelidir ki Linda’dan cevap gelmekte gecikmez. Önce, “Hoşuma gitmedi, ama sorun değil,” der. Bir saat sonra yeniden arar ve kitaptaki evlilikleriyle ilgili samimi anlatımın içindeki tüm romantizmi öldürdüğünü söyler. Üçüncü aramada artık ağlıyordur. Ardından Karl Ove’a bu ilişkiyi bırakmakta özgür olduğunu söyleyen bir not yazar ve 20’li yaşlarında mustarip olduğu manik atağı geçirir…
Boström’ün Kıraathane İstanbul için Yasemin Çongar’a verdiği röportajda konu, tabiri caizse biraz yumuşak şekilde geçiliyor (Çongar’ın oraya varmak istediği belli ama yazarı kırmamak adına soruların etrafından dolaşması çok anlaşılır bir tercih. Ama gönül isterdi ki orada burada bir intikam söz konusu mu densin!). Şaka bir yana Ekim Çocuğu'nun da konusu hayli ağır. Boström içinde Karl Ove’la olan hayatına dair detayların yanı sıra psikiyatrik tedavideki gerçek deneyimlerinden esinlenerek bir roman yayımlamış. Halihazırda yazar olan Linda Boström’ü bu yazı vesilesiyle tanıdım ancak şu an epey merak ettiğimi söylemem lazım. Umarım travmatik bir psikolojik tedavi sürecini anlatan Ekim Çocuğu da diğer kitapları gibi Kıraathane Kitapları tarafından en kısa zamanda dilimize kavuşturulur.
Bu keyifle okuduğumuz bir hikâyenin arkasındaki tüyler ürpertici gerçek. Bir sabah uyanıp kendinizi, üstelik gerçek isminizle cisminizle varlığınızla dünyada bilmem kaç dile çevrilmiş bir romanın kahramanı olarak bulsanız ne hissederdiniz? İşte bunu da haftaya serimizin son intikamcısı Martin Hirsch’ten dinleyeceğiz yani Fransız yazar Édouard Louis’nin Babamı Kim Öldürdü kitabında adı geçenlerden. Martin Hirsch buna cevaben yazdığı Babasını Nasıl Öldürdüm? adlı kitabın arka kapağında aynen şöyle yazıyor: “Bir sabah uyandığınızı, radyoyu açtığınızı, bir katil olduğunuzu duyduğunuzu, varlığından bile haberdar olmadığınız birini öldürdüğünüzü hayal edin.”
Haftaya görüşmek üzere!
Burcu Arman
B.A.K.
DUVARDAKİ BARDAK
Vedat Türkali Edebiyat Ödülleri'nin 2022 Uzun Listeleri açıkladı. Peşi sıra Arkadaş Z. Özger Ödülü'ne başvuru sayısının dedikodusu yayıldı. Geçtiğimiz hafta sosyal medyada çeşitli edebiyat tartışmalarına şahit olduk. Ödül ve atölye meseleleri gündeme geldi. Haklı haksız yok, ama her zamanki gibi ahkam kesen pek çok. Efendimiz acemilik, düsturuna inanıyor kimin ne okuduğuna ya da hangi atölyeye gittiğine kimse karışamaz, diyoruz. Edebiyat kavgalarında nitelik konusu ise bambaşka bir mesele. Geçmişten birkaç tartışmayı ilerleyen zamanlarda sizinle paylaşmak gibi bir niyetimiz var. Bu konu üzerine biraz çalışacağız.
Dönelim asıl meselemiz kitaplara...
Kurt Wallender ve Martin Beck gibi kuzey polisiye serilerini severleriyle buluşturan Ayrıksı Kitap'tan haber var: "Bir Venedik Polisiyesi: Commissario Brunetti" geliyor! Nisan ayında serinin ilk kitabı Operada Cinayeti yayımlayacağını duyuran yayınevi, iki ayda seriye bir yeni bir kitap sözünü de Instagram'da paylaştı.
2022 PEN Şiir Ödülü Türkan İldeniz’in!
2022 Vedat Türkali Edebiyat Ödülleri’nde Uzun Listeler açıklandı.
Peyami Safa'nın Server Bedi ismiyle tefrika ettiği meşhur polisiyesi Cingöz Recai'yi bilmeyenimiz yok. Ama bu yeni! Seriyi yeniden hayata döndüren Ötüken Yayınları'ndan notlarıyla birlikte serinin birçok kitabında imzası olan Seval Şahin, daha önce hiç kitaplaşmamış bir Cingöz Recai romanının pek yakında raflarda olacağını duyurdu!


2021 Kayıp Rıhtım Yılın EN’leri Oylamasında sonuçlar belli oldu.
DUMANI ÜSTÜNDE
Kaplan Adam - Eka Kurniawan, Güzellik Bir Yaradır'ın yazarından 2016 Man Booker International Ödülü adayı Kaplan Adam'ı çevirmeni Seda Çıngay Mellor duyurduğundan beri merakla bekliyorduk (en da çok Burcu).
Ardından – Per Petterson, Lanet Olsun Zaman Nehrine ve Benim Durumumdaki Erkekler romanlarının kahramanı olan vasat yazarlık kariyeriyle bilinen Arvid Jansen’in hikâyesini anlatmaya devam ediyor.
Tahvane Çocukları – Adnan Gerger, Tavana Bak – Firdevs Ev, Leyla, Mektubum Eline Ulaştı mı? – İlay Bilgili İthaki Yayınları’ndan radarımıza takılanlar arasında.
Metoo, Medyadaki Tecavüz Kültürünün Etkisi – Meenaskshi Gigi Durham yüksek sesle konuşamadığımız şeyleri okumak isteyenler için.
Buzdan Ağabey – Alicia Kopf, bu yıl bitmeyen kıştan usanmadıysanız buyurun buzlar alemine! Katalanca ve İspanyolca baskılarıyla birçok ödül alan bu otobiyografik roman, ilişkiler ve hayata dair ilginç bir yolculuk sunuyor.
KONU KOMŞU
Deniz Yüce Başarır, Ben Okurum podcast serisinin yeni bölümünde kurgu dışı bir romanı ele aldı. Ünlü Amerikalı yazar Truman Capote’nin yeni bir edebi tür olarak ortaya attığı Soğukkanlılıkla dünya edebiyatında gerçek suç edebiyatı alanında önce olarak kabul ediliyor. Başarır, True Crime: Meçhule Giden Gemi podcast'ini hazırlayan Olcay Mağden ve Deniz Altunay ile Soğukkanlılıkla’yı konuşuyor.
Aslı Perker ve Tuna Kiremitçi’nin dermanı edebiyatta arayanlar için hazırladıkları bibliyoterapi podcastinin bu haftaki konusu “Yoksa Benden Sıkıldı Mı?” uzun soluklu ilişkilerde tıkanıp kalanlara kitaplar öneriyor. Tuna anlatıyor, bir ilişkinin ilk yirmi yılı ne kadar zordur?
ANGST İnsanları’nın bu haftaki konuğu Aras Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, Ermeni Edebiyatı’yla ilgiliyseniz buyrun buraya.
Yeşer Sarıyıldız’ın küratörlüğünü üstlendiği Baharın NFT Hali isimli sergi 30 Mart’a kadar Ortaköy Feriye’de ziyaret edilebilir.
Sevdiğimiz gazetecilerden Bahar Kader montajsız filtresiz boşluğa saldığı bir video ile Youtube yayınına başladı. İlk programında Lea Yipi’nin Free kitabını anlatıyor, kitabın özgürlük tanımı sizin de ilginizi çekebilir. Devamını bekliyoruz!
Canımız ciğerimiz bizim sosyal medya fenomenimiz Sinem Dönmez NeoSkola’da yazmaya başladı. Dönmez, hepimizin derdi erteleyiciliği yazmış. ‘Procrastination’ da iyidir: Erteleyerek çalışmanın 10 basit yolu.
Kırk yılda bir ortak işe başladık ve Burcu yeni bir maceraya atılıyor: Göçmenliğe giriş: "Velev ki gidiyoruz..."
Reportare Youtube kanalında Serdar Temiz ve Mehmet Şafak Sarı'dan “Savaşın Medya ve Hayat Cephesi"ni konuştular.
Bu hafta konuğumuz Kandan Adam, İlerde Hep Yalnız ve Yediler Teknesi kitaplarının yazarı Abdullah Aren Çelik.
Doğru okuma, yazıda derinleşmeyle olur.
Eskiden canımın istediği kitapları okur, okuduklarımdan keyif almaya çalışırdım. Yazıya bulaştığımdan beri durum değişti biraz. Genellikle yazdıklarıma uygun araştırma yapıyor, metinleri derinlemesine incelemeye çalışıyorum. Dolayısıyla bu durum okuma eylemimi işe, yani zorunlu bir şeye dönüştürdü, bu da keyif almamı zorlaştıran bir şey oldu. Şiiri sadece duyguların öne çıktığı, müzik dinler gibi okuduğum zamanlar oldu mesela. Bir romanı okurken, karakterin duygularıyla duygulandığım, ağladığı anlarda ağladığım, güldüğü zamanlarda güldüğüm okuma edimlerim oldu. Okumayla kurulan ilişkim ilk zamanlarımda biraz da böyle oldu.
Gustave Flaubert’in Madam Bovary romanını okurken baloda dans ettiği bir sahne vardır, dans ederken sürekli döner ve bu bir baş dönmesi yaratır Bovary’de. Okurda da durum farklı değildir. Fakat gerçek bir okuma, bu baş dönmesinin nedenlerini sorgulamayı zorunlu kılar. James Wood’un Kurmaca Nasıl İşler isimli çalışmasında Flaubert’e dair çarpıcı bir tespitte bulunur; “Şairler nasıl bahara şükran duyuyorsa romancılar da Flaubert’e öyle şükran duymalıdır. Onunla her şey yeni baştan başlar. Gerçekten de Flaubert’den önce ve Flaubert’den sonra olmak üzere iki ayrı zaman vardır.”[1]
Wood’un böyle düşünmesinin nedeni, Flaubert’in hem okumaya hem de yazmaya dair ortaya koyduğu metinlerdeki derinliktir. Pek çok okur bundan haberdar değildir, oysa olması okur için yapılması gereken eleştirel bir okuma yapmak ve düşünsel anlamda derinleşmektir. Wood buna işaret eder. Aksi halde hiçbir okuma, okur için tamamlanmayan bir sürece dönüşür. Sanırım benim de okumayla ilişkim bu düzlemde ilerliyor. Yazıyla kurulan ilişki okumayla başlar, sanırım bir yazara sorulacak en anlamsız soru, “Ne zaman yazmaya başladınız?” sorusudur. Çünkü yazıdan önce okuma vardır.
Bovary’nin baş dönmesi çok şey anlatır. Keyif amaçlı okuma yapan birisine bir şeyler anlatmayan bu baş dönmesi, bazıları için sıradan bir okumadan fazlasıdır. Nitekim yazmayı iş edinen birisi için başka türlü bir anlam üretir bu baş dönmesi. Geçmişe silgi çeken, yeni bir edebiyat arayışının baş dönmesidir bu. Okur için her okuma geçmişi yeniden düşünmeye, yeniden yorumlamaya ve yeniden kendisini yaratmaya dönüşür.
Şimdi okuma yaparken neredeyse her dize ve her cümleyle savaşıyor, sözcük sözcük satırların arasında geziniyor, bütünden parçaya, parçadan bütüne gitmeye çalışıyorum. Bütün bunların nedeni, yazıyla kurduğum ilişkide fark ettiğim bir şey oldu; insan okurken düşünür, düşünürken zenginleştirir dünyasını. Fakat bu gelişim yazıyla tamamlanmadığı sürece yine de eksiktir. Çünkü insan yalnızca yazarken düşünceyi derinleştirir, okuma denen olgu yeniden yazılmadığı takdirde hep eksik kalır. Yazmak, okuma edimini tamamlayan bir sürecin son ve aynı zamanda başlangıç halkasıdır.
Ne okuyorsun?
Şu sıralar Lal Laleş’in Nora İstanbul Bir Hiçtir kitabını okuyorum. Kitabın her satırına, sözcüğüne değe değe okuma yapıyorum. Yakın zamanda bu kitapla ilgili bir eleştiri yazısı kaleme alacağım, maksadım her satırını anlamak ve yeniden yorumlamaktır.
Ne zaman okuyorsun?
Okumayla ilişkim hep bir plan doğrultusunda ilerle, günün aynı saatini tercih eder, kaç sayfa okuyacağıma karar verir, kaç saat çalışacağımı bir gün önceden belirlerim. Okuma benim için bir hobi olmanın ötesinde yeme ve içme kadar elzem bir şeydir. Dolayısıyla okuyacağım kitabı ya da kitapları ne maksatla okuyacağıma karar verir, bir araştırma titizliğiyle çalışmaya başlarım. Genellikle günün ilk saatlerini tercih ederim.
Nereden okuyorsun?
Son zamanlarda okuma tabletleri yaygınlaşmaya başladı, sanırım bu konuda fazla ilerleyemedim. Basılı yayını tercih eder, çantama koyduğum kitaplarımla ev dışında bir yere gider, öyle okuma yaparım. Bu yer genellikle kütüphane olur.
Tek bir kitap mı aynı anda birkaç kitap mı?
Pek çok insan tek seferde birden fazla kitap okur, sanırım bu konuda onlardan farklı bir yol izliyorum. Her zaman yapmamakla birlikte, bazen birden fazla kitap okuduğum olur, böylesi durumlarda okuduğum kitapların benzer bir konu ya da düşünce ekseninde olmasına dikkat ederim. Çünkü doğru okuma yapmanın yolu, biraz da bilinçli okuma yapmaktan geçtiğini düşünüyorum. Yani çok okumadan ziyade, “doğru okuma” yapmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Okurken ne dinliyorsun?
Dikkatli okuma yapmaya çalışırım, mümkünse sessiz bir ortam tercih ederim bunun için. Gündüzleri okuma yapar, gece de müzik dinleyerek yazılarımı yazarım. Yazma eylemi çoğu zaman geçmişle, yani anımsamalarla şekillenir. Geçmişi şimdiki zamana çağırmanın en güzel yolu kokular ve müziktir. Kokular tesadüfleri sever ama müzik her zaman bulunabilecek bir şeydir. Sevdiğim bir şarkıyı, türküyü açar yazı masasının başına geçerim. Böylece sabah başlayan okuma eylemim, gecenin ilerleyen saatlerine doğru sona erer.
[1] James Wood, Kurmaca Nasıl İşler? Ayrıntı Yayınları, Çev. Ekin Bodur, S.37
Bizden
Burcu Arman Dünlük No: 3
Adalet Çavdar, Gölge Kral
Adalet Çavdar, Ahsen – Bir Drag Queen Romanı
BONUS OKUMALIK
Kübra Derin’in Journo için hazırladığı dosya: Romanlardaki gazeteciler: 100 yıl önce iletişim fakültesi yoktu, basını edebiyatçılar kurdu
“Türk Romanında Basın Hayatı (1872-1940)” adlı 632 sayfalık kitabı geçtiğimiz aylarda Gazeteciler Cemiyeti Yayınları’ndan çıkan Dr. Tayfun Haykır’a göre Türkiye’de basının kurulmasında edebiyatçılar öncü oldu. “O dönem bir gazetecilik ya da iletişim okulu olmadığı için gazetecilik misyonunu edip entelektüelite üstlenmiş” diyen Haykır ile kitabını konuştuk. Ayrıca basın tarihimizi daha iyi anlamak için okunabilecek romanları da sorduk.
Mehmet Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı: Maliyetini kurtarsaydı Eyfel Kulesi hurdacılara satılacaktı
Aydınların bu kuleye karşı duyduğu öfkeyi en iyi Barthes sözleri açıklar:
Gerçekten de Paris'te Kule'yi görmemek için bitmez tükenmez önlemler almak gerekir; hangi mevsim olursa olsun, sisler, alacakaranlıklar, bulutlar arasında, yağmurda, güneşte, hangi noktada olursanız olun, sizi ondan ayıran çatıların, kubbelerin ya da yeşil dalların görünümü ne olursa olsun Kule oradadır; öylesine girmiştir ki gündelik yaşama, bundan sonra artık Kule için özel bir nitelik yaratmamız olanaksızdır; sadece varlığını sürdürmekte inatçıdır o, taş gibi ya da ırmak gibi; tıpkı anlamı pekala sınırsızca sorgulanabilen ama varlığı tartışılamayan bir olgu gibi gerçektir o.
Kaya Tanış – İstanbul Hafiyelerini yazdı. İstanbul Hafiyeliğinden Beynelmilel Hafiyeliğe: Adnan Fuat Bey Simenon’a Karşı
Georges Simenon özellikle polisiye tutkunları başta olmak üzere Türkiyeli okurun yakından tanıdığı bir isim. Polisiye okurunun önceliği, Simenon’un kimi otoriterlerce bu türün kurucularından sayılmasından kaynaklı. Öte yandan Simenon’u bir polisiye yazarı olarak görmeyen, ancak “has edebiyatçı” olduğunu (buna neden olarak da büyük oranda romanlarındaki gerçekliğin şaşırtıcı derecede iyi ve baskın olması gösterilir) belirterek hakkını veren görüşü de saymak gerek. Ancak bütün bu tartışmalara rağmen, hemfikir olunan yer bellidir: Simenon bütün dünyada büyük bir okur kitlesi yakalayarak kitapları en fazla basılan yazarların başında gelir. Kuşkusuz bütün ara vermelerine karşın 400’ün üzerinde eser vermesi de ayrı bir “özel kalemi” işaret eder.