Hasan Hayyam Meriç - Lıkırdılar 3 - Kozmik Gaye
Bu, ana kahramanların maceraya rastgele bir seçimle değil onları diğerlerine kıyasla benzersiz kılan önceden var olan bir kader nedeniyle çekildiği çoğu hikayede mevcut olan bir determinizm biçimidir.
Hayaller, Hikayeler ve Gerçekler
III. Kısım
15,696. Gün
Nasıl bir edebiyat diye sordum. Sonra hayallerimizin, hikayelerimizin ve hayatlarımızın neden birbiriyle uyuşmadığı meselesine değindim. Aslında ‘değindim’ yanlış kelime. Yaptığım sadece bu soruları yazmaktı yoksa herhangi bir cevap verebilmiş değilim. Cevap verme konusunda en ufak bir kaygı belirtisi göstermediğim gibi Campbell’ın monomitinin özetini özetledikten sonra bir de ortaya ‘kozmik gaye’ diye bir laf sıktım. Bütün bunlar bir yere varacak mı peki? Bilemiyorum. Varmalı mı? İşte meselemiz de o…
Kozmik Gaye
Kahramanları neden severiz ya da aslında onları gerçekten sever miyiz? Sizi bilemiyorum lakin, sevdiğim kahramanlara aynı zamanda ayar olduğumun farkına vardığımdan beri zihnimde dolanan bir kıymık bu kozmik gaye.
Çoğu hikâyenin benzer yapısal temellere göre nasıl geliştiğini bilirsek, gerçeklikten neden bu kadar farklı olduklarını anlamaya başlayabiliriz.
Luke Skywalker, Harry Potter ve Neo'nun kahramanlık yolculuklarını biz sefil ölümlülerinkinden ayıran basit ama önemli bir unsur vardır. Bu kahramanlar, o kutlu yolculuklarına hiçbir zaman öylece çıkmazlar. O yolculuk, kaderleridir. Dolayısıyla da Campbell’ın bahsettiği o ilk adım olan ‘sıradan bir dünyada sıradan bir kahraman varmış’ kısmı kocaman bir yalandır.
Hiçbir zaman gerçekten sıradan olmadılar aslında. İlk macera çağrısından çok önce olağanüstü kahramanlar olmaya yazgılıydılar. Luke Skywalker, Darth Vader'ın oğludur ve kahramanlık yolculuğunu kaçınılmaz kılan da bu soyu ve ‘Güçle’ olan özel bağlantısıdır. Aynı şey Harry Potter için de geçerlidir; trajik geçmişi onu Valdemort’a bağlamış ve ona olağanüstü bir sihir potansiyeli bahşetmiştir. Neo seçilmiş olandır, kraliyet soyundan gelen Simba kral olmak için doğmuştur. Aragorn da öyle.
Bu, ana kahramanların maceraya rastgele bir seçimle değil, onları diğerlerine kıyasla benzersiz kılan önceden var olan bir kader nedeniyle çekildiği çoğu hikayede mevcut olan bir determinizm biçimidir.
Ya da ‘gerçek’ hayata ve kehanetlerde yer almamış, ‘sangreal’ bir kan mirasından gelmeyen tarihi insanların biyografilerine bakalım. Dünyaca ünlü olan tüm müzisyenler, bizim üniversitelerimizde 10 kişinin barınmaya çalıştığı yurt odalarının iki katı genişliğindeki garajlarında işe başlayan tüm milyarderler, şu anda hikayelerini yeniden anlatmamıza yetecek kadar olağanüstü bir şey başarmış ya da deneyimlemiş herkes. Tüm bu karakterlerin kaderinde kahramanlık yolculuklarına çıkmak olduğu söylenebilir mi?
Asla göründükleri kadar sıradan olmadıkları söylenebilir mi?
Bir bakıma evet.
Kahramanın yolculuğunun yapısı ve buna bağlı olarak yeniden anlatma eylemi bu sıradan görünen ‘soysuz’ insanları da kozmik büyüklükteki bir kaderin kahramanı yapar.
Tüm hikayeler aslında doğaları gereği tersten yazılır. Zaten nereye gideceği bilinerek anlatılırlar. Bu nedenle, son, her daim başlangıcın içine yerleştirilmiştir. Bundan dolayı da başlangıç ve onu takip eden yolculuk, her zaman doğrudan son için anlamlı olan seçilmiş parçalardan oluşur. Kahramanın yaptığını gördüğümüz her şeyin umut ve amaçla dolu olmasının nedeni budur.
Hatta bu sadece kahramanın kendisi için değil, hikayedeki diğer unsurlar için de geçerlidir. Çehov’un silahı, illa ki patlamak zorundadır değil mi?
Sanki maceraların amaçlı yapısını arzulayan, hikayelerin anlamlı, kahramanca yolculuklar olmasını isteyen bir yanımız varmış gibi görünüyor.
Peki bunun nedeni ne olabilir? Aslında cevabı basit.
Hayatlarımızın meçhul sonunun o kurşun ağırlığındaki gölgesi ve ensemizdeki soğuk nefesi…
Böyle bir gölgenin altında yaşarken, hikayelerimizi ve kahramanlarımızı sadece kozmik bir gayeye sahip olanlarının arasından seçmemiz, sadece bu yapıda inşa edilenlerini kollektif bilinçaltımıza işlememiz doğaldır aslında. Çünkü hayatlarımızın da anlamlı ilkelere göre düzenlendiğine, yaptığımız her şeyin daha büyük bir amaç için önemli olduğuna ve sonunda her şeyin yoluna gireceğine inanmak için kendimizi ancak bu şekilde kandırabiliriz.
Gerçekliğimiz, hayallerimizden çok farklıdır. Aradaki mesafeyi her daim, hayallerimizin lehine hikayelerle kapatmaya çalışırız.
Bu nedenle, sıklıkla yapmaya meyilli olduğumuz gibi, kendi hayatlarımızı hikayeler olarak anlattığımızda, temelde gerçekte ne olduğunu kurgulamış oluruz. Örneğin tarihi biyografileri ele alırsak, burada insanların hayatlarının hiçbir zaman gerçekte olduğu gibi anlatılmadığı açıkça ortaya çıkar. Aslında, hikayenin her bölümünün doğrudan anlamlı, amaçlı ve daha büyük bir gayeye yönelik olmasını sağlamak için olaylar genellikle yanlış aktarılır, karıştırılır ya da tamamen uydurulur. Müzikal biyografilerin, gerçek hayat hikayelerinin hepsi benzersiz olmasına ve çoğu zaman birbirleriyle neredeyse hiç karşılaştırılamamasına rağmen, her hangi bir ‘nasıl yıldız oldu’ filmi izlediğimiz de hep aynı filmi izlemiş gibi hissederiz.
Bu aynı zamanda bazı tarihi figürlere bakıp onların gerçekten de yaptıkları şeyi yapmak için doğduklarını, büyüklük için yaratıldıklarını ya da trajediye mahkum olduklarını söyleyebilmemizin de nedenidir.
Tüm bunlar gerçek hayattaki başarıları küçümsemek ya da zayıflatmak için değil, ancak asıl mesele şu ki, bu hikayeleri yeniden anlattığımızda, onları temelde gerçeklikten ayırıyoruz. Ve bu sayede, olanı ve bitenin gerçekliğini hep o büyük kaderin, kozmik gayenin propogandası uğruna zindanlara atıyoruz.
Sadece romanlardan ya da filmlerden değil, aynı zamanda kendi yaşamımızdan da beklentimiz bu. Hayatlarımızı maceraya dönüştürmekle giderek daha fazla meşgul oluyoruz. Hayatlarımızın heyecan verici ve unutulmaz olmasını istiyoruz. En azından anlamlı olmalarını bir tutarlılık duygusuna sahip olmalarını talep ediyoruz. Hikayelerimizi de bu isteğe uygun olarak, onu destekleyecek şekilde anlatıyoruz. Kendi kozmik maceralarımızın kahramanlarıymışız gibi…
Bu sebeple de adı kozmik gaye olan ve yaklaşık 5 asırdır devam eden bir pandeminin içinde herhangi bir aşı bulmaya da çalışmadan yaşıyoruz.
Kahramanlarımız da, kahramanlıktan anladığımız da ve dahi biz de… hastayız.
Peki nasıl hasta olduk? Sanırım bu soru için kahramanın yolculuğunu tekrar anlatmam lazım. Lakin daha farklı bir şekilde.
Haftaya…
Hasan Hayyam Meriç
hsnhyym@gmail.com